GÜCÜ ELİNDEN ALINMIŞ HALKIN “RİTÜEL” İKTİDARI

“İNSANIN İÇİNE DÜŞEBİLECEĞİ EN BÜYÜK YANLIŞ, BİR YANLIŞIN İÇİNDE  OLDUĞU HALDE ONU EN BÜYÜK DOĞRU SANMASIDIR.”

Türkiye’de hükümet etme yetkisi “seçimle” gelmiş “kralın” elindedir. Partilerin disiplini ve kutuplaşmaları sonucu, seçimleri kazanan tarafın şefi kim ise hükümetin başına o geçer. Bu kral yasalarca benimsenmiş bir “temsili” sisteminin ona verdiği meşruiyet içinde oldukça özgür bir biçimde hareket eder, girişim ve atılımlarında bağımsızdır. Önemli kararları alır, ya da bunların alınmasında etkili olur. Ulusal politikayı saptar ve yürütür. Görünüşte bu kişiyi, kendisi gibi ulus egemenliğinin simgesi olan ve muhalefete de söz hakkı tanıyan bir parlamento denetler ve sınırlar. Temsil yetkisinin “sorumluluk tanımayan” devri ile kurulmuş bu meclislere hala saygı besleyenler, arka planda olanları düzenleyen görünmez sistemi kavramak zorundadır.

      Bugün “Cumhuriyetçi Monarşi” diye adlandırılan rejimler hükümet otoritesini tek başına temsil eden adamın, bu otoriteyi demokratik yollardan, yani rekabetin serbest olduğu bir seçimle kazandığı veya kaybettiği rejimlerdir. Sistemde veraset yolu ile kral olanların yerini seçim yolundan gelen krallar alıyor. Bu geçişte “gücün” halk kütlelerinin eline düşmesine engel olacak fakat inandırıcı da olması gereken bir yapıya ihtiyaç vardır. Halka yetki verilmiş gibi inşa edilen “Temsile dayalı seçim”  sistemi ile bu yapı tamamlanır. Seçimler “halkın törensel iktidarını” gösterir. Güçsüzlerin törensel gücünün temelinde toplumun birliğini periyodik olarak belli aralıklarla yeniden tesis etme ihtiyacı yatar. Güçsüzlerin ve zayıfların gücün oluşum sürecinde hazır bulunması kolektif kimliğin garantisidir. Bu süreçte, güçsüzlerle güçlüler bir tür mistik birlik içinde bir araya gelirler.

       Bu seçim sonuçları önceden kararlaştırılmış bir törenden başka bir şey değildir, sadece iktidara bir meşruiyet cilâsı verir..

         Gücün onaylandığı bu süreç kurnaz bir toplumsal kontrol tekniğidir. Seçim sonucu parlamentoda oluşan sağlam ve disiplinli çoğunluk (milletvekilleri) tebâ misali sadık bir çoğunluktur. Onların seçenlere değil seçtirenlerine sadakatları tamdır. Halk için düşünme yerine onlar için düşünürler. İçinde güçlünün alçaltıldığı, statülerin tersine çevrildiği, güçsüzlere bir otorite kazandırıldığı bu seçim süreci geçici bir aşamadır ve halkın tatminini sağlar. İktidara da bir meşruiyet cilası verir. Halkı temsil etmek için seçilenler, aslında güçsüzlerin temsilcileri olmalarına rağmen gücün sağladığı kazançları paylaşmada gerçekten güçlü olanlara katılırlar. Artık söylemlerinde halkın hizmetkârları olduğunu söyleyenler halktan hizmetkârlık beklerler.

     Temsili hükümet sistemi; demokrasinin uygunsuzluklarını, yani halkın sahiden egemen bir otorite kurmasını önler, ama bir yandan da halk egemenliği görünümünü muhafaza eder. Burada demokratik süreçler aşağıdan bir halk iktidarı kisvesi sunar, ama esas yasama ve yürütme gücü yukarıdan ifade edilir. İşin aslı şudur; siyasi partiyi oluşturan azınlığın meşruiyeti çoğunluğu temsil ettiklerine inanma kurgusuna dayanır.  “Bu icat siyasetin şaheseridir”. J.J. Rousseau şöyle der: “Bir halk kendine temsilciler atadığı anda özgür olmayı, var olmayı bırakır”.

      “insan hakları” İnsan onurunu güvenceye alan haklar kapsamına girer. İnsan hakları kurallarında eşitlik temeli vardır, evrenseldir ve bu nedenle yüksek ahlaki niteliğe sahiptir. İnsan onurunu güvenceye alan bu kuralları savunan ideolojiler verasetin (soydan gelen krallık) siyasi “meşruiyete” temel olmasını istemiyorlardı. ABD Bağımsızlık Bildirgesi bunu çok güzel anlatır: “Tüm insanlar eşit yaratılmışlardır; Yaradan’ları tarafından bağışlanmış, belli bazı vazgeçilmez haklara sahiptirler; yaşam, özgürlük ve mutluluğa erişme hakları da bunların arasındadır. Bu hakları güvence altına almak amacıyla, insanlar kendi aralarında yönetimler kurarlar; bu yönetimler gerçek güçlerini, yönetilenlerin onamasından alırlar; herhangi bir yönetim biçimi, bu hedeflere ulaşmada köstekleyici olmaya başladığında, bu yönetimi değiştirmek ya da düşürmek, yeni bir yönetim kurmak ve bu yeni yönetimin yetkilerini ve dayandığı temelleri, güvenlik  ve mutluluklarını sağlayacağına en çok inandıkları bir biçimde düzenlemek ve kurmak, halkın hakkıdır; ancak sürekli aynı amaca yönelik, uzun bir yolsuzluklar ve zorbalıklar silsilesi, ulusu, mutlak bir despotizme sürüklemek niyetini açığa vurursa, o zaman böyle bir yönetimi yıkmak ve gelecekteki güvenlikleri için yeni koruyucular seçmek, o ulusun hakkı ve görevidir…” der. “ÖZGÜR İRADE KULLANMA GÜCÜ”  yöneticilerini seçme yetkisi kendisinde verilen halk tarafından kullanılabilir.

     Ey mümin kardeşim, bizim toprağımızda sen kök tutamazsın. Çünkü düşüncen daha Müslümanlaşmamıştır. İslâm sadece “zulme” karşı savaşı meşru kılmaktadır. Bugün aldatılıyoruz, kandırılıyoruz, irademiz sinsi yollardan kontrol ediliyor. Hayat, ten içinde gizlenir, fakat cemiyetler oluşturur. Cihanda güneşten daha aydınlık ol. Ebedi bir ışığa sahip ol! Allah korkusu, imanın diğer adıdır. Allah’ dan başkasından korkmak, gizli şirkten başka bir şey değildir. Korku ve şüphe ölür, amel hayat bulur. Allah’ dan başkasından korkmak, yapılacak çalışmanın düşmanıdır. Hayat kervanının yol kesicisidir.

     Biz aynı kadere uğramaktan kendimizi kurtarabiliriz. Fakat bunun için tehlikeye göğüs germeye hazır olmamız ve tehlikenin kaynağını teşkil ettikleri anlaşıldığı takdirde en kıymetli ümitlerimizden ve emellerimizden feragat etmemiz lazımdır. İnsanlar sarfettikleri gayretlerin kendilerini nereye götüreceğini vaktinde anlayabilirlerse, bu gelişmelerin önüne geçebilirler. İnsanın kendini tarihe zorla kabul ettiren hiçbir kanun tanımaması, şüphesiz bir saadettir.

    İnsanların otoriteye karşı tavırları ve siyasal fikirleri, siyasal müesseselerin sebebi olduğu kadar sonucudur da. Bir devlet veya siyasal bir hareket, insanların sadakatini ve adayışını mutlak bir şekilde kontrol edebildiği zaman, orada “mutlak siyaset” tam anlamıyla başlamıştır. Devleti “cehennem” haline getiren şey, insanın onu “cennet” haline getirmeye kalkışmamasıdır. Yüksek bir ideale tekabül eden bir istikbal yaratmaya gayret ediyoruz ve peşinde koştuğumuz neticeye taban tabana zıt bir neticeyle karşılaşıyoruz. Bundan daha büyük bir facia tasavvur olunabilir mi?

      Bugün bir halkın halk olması ya da özgür bir ortaklaşmanın oluşmasıyla gerçekleşecek nihai inanca dayalı en üst kurgu olarak anlaşılan “genel iradenin” hem teorisinden hem de pratiğinden yoksunuz. Oysa siyaset bir halkın bizzat var olduğunu ilan etmesi ve bu ilana göre yola devam etmesidir. Vicdanın çağrısı bu dünyadan el etek çekildiğinde değil, aktif bir angajmanın doğurduğu aciliyeti içinde işitilir. Bu mücadelenin anlam taşıması için ezilenler, insanlıklarını yeniden kazanma peşinde, misilleme olarak ezenlerinin ezenleri haline gelmemelidirler; hem ezilenlerin hem de ezenlerin insanlığını yeniden sağlayanlar olmalıdırlar.

      İyi şeyler bildiğine inandığında, daha iyi şeyler özgür irade ile bunları istediğinde ve daha iyi şeyler de hiç vazgeçmediğin de gelir.

              “GÖRÜNÜŞLERİN SİZİ ALDATMASINA İZİN VERMEYİN.”

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir