BİR BAŞKA “TÜRKİYE” YARATMAK MÜMKÜN

İnsanın kendi koyduğu başlangıç tarihine göre, 20. yüzyılı bitirdik 21. yüzyılı yaşıyoruz. Kuşkusuz bu süreç içinde insanla, doğayla, evrenle ilgili bilgilerimiz durmadan artıyor, ancak bu bilgilerle yeryüzünde daha mutlu yaşanabilir bir düzen kurduğumuz söylenemez. Tüm ekonomik, teknolojik ve siyasal gelişmelere karşın acı ve şiddetin, eşitsizlik ve adaletsizliğin, açlık ve yoksulluğun daha da büyüdüğü sözde “Uygar” bir dünyada yaşıyoruz.

           Bu uygarlık sayesinde en zengin dönemini yaşayan dünyamız, yaygın bir küreselleşme söylemi içinde, aynı zamanda yoksul insan sayısının en yüksek düzeye ulaştığı bir dönemi yaşıyor. Bu yoksulluk sosyal enerjinin (insanın) ve maddi kaynakların kıt olmasının bir sonucu değil, asıl olarak bu kaynakları kontrol edip sömürmek isteyen küresel kapitalist sistemin ürünü.

          Kapitalist dünya ekonomisi sömürü ilişkileri sayesinde işliyor. Küresel sermaye asla ulusal olmakla yetinmiyor, bir tarafta zenginlik diğer tarafta ise yoksulluk yaratıyor. Dünya nüfusunun en varlıklı bölümünü oluşturan yüzde 20’lik kesimin dünya toplam üretiminin yüzde 84’ünü, en yoksul bölümünü oluşturan yüzde 20’lik kesimin ise sadece yüzde 1.4’ünü tüketiyor olması bu gelir farklılıklarını çok çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Bölüşüm açısından büyük ve artan bir kutuplaşma olduğuna işaret etmektedir.

          Ülkeler arasında hakimiyet tesiri incelenirken görülecektir ki, temel araçlar “Siyasi ve Askeri” gibi görünse de, en önemli araç “Ekonomiktir”. Hakim ekonominin kudreti, kendini dünya çapında hissettirmektedir. Bu hissettiren güce sahip ekonomiler, küreselleşme sürecinde hem eyleme yön veren, hem de evrensel denilen paradigmaları belirleyenlerdir. Bu güçlerce organize edilen uluslararası (Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü) kurum ve kuruluşlar Liberal-Kapitalist sistemin kurallarının uygulanmasını sağlayacak amaç ve hedeflerle donatılarak, sistemin bunların çerçevesini çizdiği kurallar içerisinde işlemesini sağlamaktadırlar. IMF ve Dünya Bankası tarafından dayatılan “Yapısal Uyum Programları” gelişmekte olan ülkeleri ekonomik bağımlılığa, maliye ve para politikaları üzerindeki denetim haklarından vazgeçmeye ve ekonomik bir vesayet altında yaşamaya itmektedir. Amaç, gelişmekte olan ülkelerin bağımsız ulusal ekonomik politikalara başvurmalarını engellemektir.

        Bir toplum yaşadığı zaman, mekan ve şartlarda hep başkasının etkisi altında ise, onun ürettiğine her zaman muhtaç ise o toplum özgür ve bağımsız olamaz.   “Küresel kapitalizm”; de devlet idare etme tekniğine ve ekonomik güçlükleri basiretli bir şekilde halletme kudretine sahip olmayan toplumların, siyasi bağımsızlığa kavuşmakla, gerçek anlamda hür olamadıklarını doğrulamakta gecikmemiştir. Bu doğrulamayı tersine çevirmek; aklı akılcıların çıkardığı seviyeye çıkarmak ve ona vermiş oldukları değeri vermekle olur. Bu toplumsal ve bireysel olan her şeyi sarıp sarmalayan bir güç mağmasıdır. Millet bilmekle ne yapılması gerektiğini ve neyin yapılmaması lazım geldiğini öğrenecektir. Sonra onu yapmayı kendisi arzu edecektir.

         Günümüzde Türkiye’yi yönetenler, Lozan’da tamamlanan siyasi bağımsızlığımızın gereği olarak siyasal emperyalizme hayır derken ekonomik emperyalizme kapıyı açık tutmaktadır. Liberal kapitalist sistemi inşa etmek mevcut hükümetin işi ve vazifesidir. Benimsenen  ekonomik politika hakim ekonomilerin buyruklarına uymak ve onları uygulamaktır. Bu sistemin başarılı işlemesi, sermayenin her türlü korkudan, vergiden ve kaygıdan arınmış olmasının sağlanmasına, Türk iş gücünün mümkün olduğu kadar ülkede ucuz ve boynu bükük bulunmasına bağlıdır.

          Bunun, Türk milletinin uzun bir tarihsel sürecin sonunda oluşturduğu dil, din, sanat, kültür, ekonomi ve siyaseti de içine alacak genişlikteki birliktelik kültürünün, diğer toplumlarınkilerle yarışamadığını, tasfiye olmaya yüz tuttuğunu görmek gibi kahredici bir yanı var.

         Düşüncenin fırtına kuşları hep büyük felaketlerden önce uçarlar. Eğer Türkiye’nin ekonomik sorunlarına temelli, kalıcı çözümler getirmek istiyorsak, eğer mevcut sisteme karşı bir direnç göstermenin anlamlı olduğunu düşünüyorsak o zaman yapılması gereken, toplumsal ihtiyaçları karşılamak için geliştirilen rasyonalitesi zayıf  kurum ve anlayışları korumak ve onlara dayalı oluşan duyarlılıkları yeniden üretmeye çalışmak değil, mevcut kamu politikası anlayışının bileşenlerini oluşturan “Siyasal ve Ekonomik sistemde” düşünce değişikliği yapmaktır. Bir başka deyişle ekonomik değişme ve gelişmenin temelinde yer alan, onu harekete geçiren ekonomik felsefe, sosyo kültürel gelişme ve bunların yurdumuzdaki tesirlerini, bunlara göre hazırlanan iktisat politikalarının ekonomik, politik zeminini, ekonomik kararların alınmasında ve uygulanmasında rol alan “müesseselerin” değişmesini göstermek ve bunlarla ekonomik gelişme arasındaki bağlantıyı kurmaktır. Birlikte yaşayan insanların birlikteliğinin anlamını koruyacak, yeni yapılanmalara izin vermek ve onların önünü açacak olan “Refah Devleti”ni inşa etmektir.

        Türk milleti bu değişikliği yapacak, mevcut geleneksel partilerden farklılığını ortaya koyacak kadroyu, modeli ve bir siyasi partiyi “alternatif” olarak beklemektedir. Bunun için hepimizin mutlak ütopyaların ölümsüz çıkmalarına kaymaksızın anlamlı bir toplumsal eylemim ve dönüştürücü bir siyasetin mümkün olduğuna inanmamız gerekir.

         Teslimiyetçi bir kaderciliğe razı olmayıp özgür irade kullanma gücü gösteren insanlarla yaşanabilir  bir başka Türkiye yaratmak mümkün.

KABUK   DEĞİŞTİREMEYEN  YILAN, ÖLÜR. DÜŞÜNCELERİNİ  DEĞİŞTİRMESİNE ENGEL  OLAN  KAFALAR DA  ÖYLE

You may also like...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir